top of page

"Bütün ormanları büyürken duyarım" (Annemin Plakları - 165. Bölüm)

  • Yazarın fotoğrafı: meltem alkur
    meltem alkur
  • 11 Eyl
  • 5 dakikada okunur

Sema/Sama  (semi fiili işitmek)
Sema/Sama (semi fiili işitmek)

Ağustos güneşinin üstündeki süt buğusuna benzer buğuyu aşıp da denize ulaşamadığı ışıklarının dev bir hasatın altın rengi tozları gibi havada asılı kaldığı sıcak bir öğle vakti duygularım yuvarlak gövdeli beyaz bulutlar gibi bir yandan bir yana doğru hareket ederek yavaşça değişiyor. Bana öyle geliyor ki o anda kımıldayan tek şey içimdeki duygular.


Bu hayatı nasıl yaşamalı? Bundan daha basit ve insanın içini daha fazla acıtan bir soru yok herhalde.

Nasıl yaşamalı bu hayatı?

Bunun cevabını bilmiyorum. Sanırım üstümdeki buğuyla kımıltısız duran denizin durgunluğuyla ölümü çağrıştırması, garip bir şekilde bana hayatı hatırlatırken o buğunun içinde belirivereceğini hayal ettiğim seraplar da ruhumu hareketlendiriyor. Mümkün olduğunca çok hayatı ve duyguyu yaşama isteği veriyor. Ölüm fikri aç gözlü yapıyor bizi. Zihnimin bir yanında bir şiir. Hiç unutmam, bir gün geç vakit tam benim geçtiğim zamana rastlamıştı büyüme saati bir ormanın.


ree
“Şöyle iyice dinlesem sanırım artık, bütün ormanları büyürken duyarım.”

Gölgeli bir hayal gibi içimde tekrarlanıp duruyor İlhan Berk'in mısraları. “Bütün ormanları büyürken duymak”. Muhteşem bir tekdüzelikte aynı ilahi çemberi çeviren doğanın bir parçası olmak. Sessizliğe karışmak, soru sormamak, cevap aramamak. Kalın gövdeli bir ağacın altına yatıp kımıldamamak.


İnsan yaşarken bilmez yaşadığını.

Yaşadığımı bilmem ve nasıl yaşayacağımı sormam için hayatın bu öğlen vaktinde olduğu gibi bir anlığına da olsa durması, buğday tozları gibi havada asılı kalması beni durağanlığıyla şaşırtması gerekiyor sanırım. Bir yanım durmak ve hiç kıpırdamamak istiyor. Bir yanımsa hep koşmak ve hiç durmamak arzusunda. İçimde kaybolmayacak, sönüp önemini yitirmeyecek geniş bir duygunun parçası olmak istiyorum sürekli.



Cambazlı Köyü
Cambazlı Köyü

Bu isteği seviyor ruhum. “Eğer sen diye bir şey olmasaydı, ben diye bir şey olur muydu” diyebilecek bir tutkunun çekiciliğine kapılıyor. Varlığını bir başka varlığa böylesine çaresiz bir esaret ve böylesine korkunç bir başkaldırışla bağlamak, kendi benliğine ait ne varsa hepsinden vazgeçmek, kendi tanrısı olup kendi ruhunun bütün kırışıklıklarını eliyle silen bir Budha gibi duygularını sonsuzlaştırarak bir sürekliliğe kavuşmak. O sürekliliğin içinde Ağustos denizinin kımıltısız durgunluğunu ve bir kutup gecesinin tehditkâr fırtınasını aynı anda yaşamak. Yakıcı sıcağı ve dondurucu soğuğu hissetmek


Hep iki kişi ve hep yalnız olmak.



ree

Cesaretin ve korkunun ümidin ve hayal kırıklığının kendini var etmenin ve kendini yok etmenin bir insana bağlanmanın ve bütün bir hayattan kopmanın, gözyaşının ve tebessümün bütün bunların tırtılları birbirine denk gelen çelik çarklar gibi birbirinin içine geçip döndürdüğü bu hayatın kaynağı ve kurbanı haline gelmek. Sönüp gitmeyecek duyguları sürekli yaşamak için bu çelişkilerle dolu karmaşayı soğuk ışıklı krater gölleri gibi gelgitlerle değişen bir hayatı göze almak gerekiyor.



Bu hayatı nasıl yaşamalı?

Hepimizin başka cevapları var ve hiçbirimiz kendi cevabımızdan kendi tercihimizden memnun değiliz. İnsan yaşarken bilmez yaşadığını. Yaşadığımızı bilmiyoruz. Ne yaşadığımızı da. Yaşadıklarımızın bir ödül mü yoksa bir ceza mı olduğuna dair derin kuşkularımız var. “Adı ne bu yaşadığımın” diye soruyoruz.


“Niye ben yaşıyorum bunu”, “niye başka bir hayata değil de bu hayata sahibim?” Yaşadıklarımızdan dolayı bazen suçluyoruz kendimizi, bazen kaderi suçlu buluyoruz. Hayatımızdan kaçmak, bir başka hayata sığınmak istediğimiz oluyor. Kimi zaman da seviyoruz yaşadıklarımızı ve yaşadıkça şunu fark ediyoruz ki ne yaşıyorsak başka türlüsünü yaşayamayacağımız için yaşıyoruz.



Akşamseddin Cami
Akşamseddin Cami

Bir başka hayat bize göre değil. Sadece açık, berrak, görünür tercihlerimizden oluşmuyor çünkü hayatımız. Gizli tercihlerimiz var. Kimseye, kendimize bile söylemediğimiz tercihlerimiz. Hatta zaman zaman açık tercihlerimiz bizi bir başka yöne götürmek istese de o gizli tercihlerimiz bizi korsan gemisinin eski bir savaşta ölmüş kaptanının hayaleti gibi dümeni ele geçirip rotamızı istemediğimizi söylediğimiz yana çeviriyor.


Başka hiç kimse bilmese de biz o gizli tercihlerin farkındayız. Sadece niye öyle tercihlerimiz olduğunu bilmiyoruz. Neden bir hayalet dolaşıyor gemimizde? Neden en zor zamanda dümeni o ele geçiriyor?




Kimimiz sıkılmaktan korkuyor. Kimimiz acı çekmekten. Bazen korktuğumuz yere gitmek istiyoruz. Çok acı çekiyorsak eğer, sıkıntısız ve sakin bir hayata doğru döndürmek istiyoruz burnumuzu. Durmak, acıdan kurtulmak istiyoruz. Adımlar atıyoruz, tercihimize uyarak. Ama gideceğimiz yere yaklaştığımızda, varacağımız noktayı gördüğümüzde hayaletimiz bize rağmen değiştiriyor haritamızı. Kimi zaman da sıkıntılı bir sükunetten bıkıp canımızı acıtacak bir hareketliliğe çevirmek istiyoruz rotamızı. Birden değişiyoruz. Korktuğumuz yere gitmek için hareketleniyoruz ve acıyı gördüğümüzde gitmek istesek de dönüyoruz.



Kocaeli
Kocaeli

Olduğumuz şey olmaktan vazgeçmeyi çok arzuladığımız oluyor. Ama olduğumuzdan başka ne olabiliriz ki? Ağustos güneşinin üstündeki süt buğusuna benzer buğuyu aşıp da denize ulaşamadığı, ışıklarının dev bir hasadın altın rengi tozları gibi havada asılı kaldığı sıcak bir yaz günü bu kıpırtısız durgunluk, bu hayatın verdiği bir anlık mola ölümü andırıyor. Bu nedenle bana hayatı düşündürüyor. Bütün ormanları büyürken duymak istiyorum. Gölgeyi, serinliği, sükuneti ve sessizliği özlüyorum. Kadın gövdeli bir ağacın altında yatmayı, üveyik kuşlarının dallara konuşunu seyretmeyi, yusufçukların ötüşlerini dinlemeyi, hayallerime sarınarak uykuya geçmeyi, düşlerimde hayallerimin gerçek olduğunu görmeyi, gülümseyerek uyanmayı istiyorum. Nereye gideceğimi ormanın patikaları belirlesin ve o patikaların gittiği yerlere gideyim. Hiçbir yerde kalmayayım. Hiçbir yerden kaçmayayım.



Yürüyeyim sadece.

Sürü ile düşünce verir ağaca rüzgâr. Rüzgarlar anlamını bilmez. Ne rüzgarlar ne ağaçlar ne de biz biliyoruz o anlamları. Yaşıyoruz. Yaşadıklarımız süratle geçip gidiyor yanımızdan. Yerlerini yeni yaşanacaklara bırakıyor. Onlar da daha sonra yaşanacaklara. Geriye ne kalıyor yaşananlardan? Hüzünlü bir kül gibi dağılıyorlar geçmişimize. Geriye doğru yürüyoruz bazen. Küllerin arasında donmuş heykellerimizi buluyoruz. Bir kahkaha ile bir gözyaşıyla, sevgiyle, kederle donmuş heykeller. Geçmiş anların ancak kuvvetli duygularla çarpıştığında mermerleşip heykele döndüğünü, öyle duygulara rastlama şansına erişemeyen anların küle ve hüzne çevrilip dağıldığını, bir daha onları bulamadığımızı anlıyoruz o zaman.



Delihıdırlı Köyü
Delihıdırlı Köyü

Öyle duygularla yaşanmayan her an bir idam mahkûmu gibi zaman tarafından yok ediliyor. Unutuluşun kızgın fırınlarında yakılan o anlardan sadece küller kalıyor. Ölümün hüznünü taşıyan o hüzünle kararmış küller. Biz ancak o küllerin arasında dolaşırken anlıyoruz neyi, neden tercih ettiğimizi. İşte şurada taştan gözyaşlarıyla ağlayan bir heykel. Bir kederle heykele dönüştü, ayrıldı diğer anlardan. Ayaklarının dibindeki nice küle dönmüş andan daha değerli şimdi o. Halbuki o küller yaşanırken hiç de canımızı yakmamıştı. Şurada gülen bir heykel. Kaç heykele rastlarız geçmişimizi dolaştığımızda? Heykeller azaldıkça yaşadıklarımız da eksilmiş demektir aslında. Gezmeli insan bazen geçmişini. Bir müzeyi gezer gibi gezmeli, heykellerini ziyaret etmeli. Saymalı onları. Ne kadar yaşadığını o heykellerden anlamalı ve sormalı. “Geleceğimde kaç heykel var?” Yaşadıklarımın ne kadarı küle ne kadarı heykele dönüşecek? “Ne istiyorum” diye de sormalı. Kül mü, heykel mi?


Bu hayatı nasıl yaşamalı?

Gölcük Yaylası
Gölcük Yaylası

“Eğer sen diye bir şey olmasaydı ben diye bir şey olur muydu” diye sorabilecek birinin sadece kendine ait olan, başkalarının giremediği müzesinde mi daha çok heykel olur yoksa kalın gövdeli ağaçların altında uyuyan, kendini ormanın patikalarına bırakmış, huzurlu yürümüş birinin mi?


Hangisini istemeliyim? Hangisini? Geleceğimi bu soruya vereceğim cevap belirleyecek. Ama biliyorum ki ne karar verirsem vereyim yolculuğumun karanlık bir anında dümene geçecek olan hayaletim geminin bir yerlerinde saklanıyor. Bütün hayatımı küle çevirmek istesem bile o buna izin vermeyecek. Yaşayacağım anlar mutlulukla, mutsuzlukla, kederle, sevinçle, özlemle çarpışacak. Güçlü duygular Tanrının eline verilmiş gümüşten keskiler gibi o anları yontarak onları birer heykele çevirip yerleştirecek geçmişime.


Küllerimi seveceğim.

Onlar; duracağım, dinleneceğim, huzura kavuşacağım anlar olacak. Kaybolup gideceklerini bilsem de onlara da ihtiyacım var.


Şöyle iyice dinlesem sanırım artık bütün ormanları büyürken duyarım.

Benim büyüdüklerini duyduğum ormanlarım heykellerden oluşuyor. Artık o anları dikkatle dinliyorum çünkü. Bütün duyguların değerini biliyorum. İnsan yaşarken bilmez yaşadığını.

Ben yaşarken biliyorum artık yaşadığımın ne olacağını…
Adını bilmediğim dağlar
Adını bilmediğim dağlar

 
 
 

Yorumlar


  • Instagram

Meltem Alkur

© 2023 by Inner Pieces.

Proudly created with Wix.com

İletişim

Yorum ve soruların için iletişime geçebilirsin.

Vakit ayırdığın için teşekkürler!

bottom of page